27 Temmuz 2010 Salı

Güneş Kumsal Deniz

Tatil ne güzel şey! Çalışmıyor olabilirim ama benim de kendime göre sıkıntılarım, yoğunluklarım var. İstediğiniz zaman dışarı çıkamamak, hep birilerine bağımlı kalmak, onların keyfi isteyince dışarı çıkabilmek ne demek, bilir misiniz siz? O yüzden iple çektim tatili. Ege'yi, denizi, kumsalı, havuzu hayal ettim hep. Ve beklediğim gün sonunda geldi: Haziran'ın son hafta sonu başladı tatil.

Önce bir günlüğüne de olsa, babaannemle dedemin evine uğradık Aydın'a. Ben güneşte yanmadan, "pamuk gibi" beyazlığımı görsünler istedi bizimkiler. Hasret giderdik; onlar ne kadar büyüdüğüme şaşırdılar, ben onların şaşkınlığına şaşırdım. Her hareketimle arttırdım şaşkınlıklarını. Gerçi itiraf etmeliyim ki, zaman zaman kendimi aştım. "De de de de" gibi sesler çıkarmayı öğrenmiştim örneğin bir kaç gün önce. Bu sözleri dedemin kucağında iken söyleyince, söyleyebildiğim bir iki hece gerçekten ses getirdi. Üstelik yüzü koyun dönmeyi öğrendim. Hazır öğrenmişken, unutmayayım diye sürekli döndüm yatağımda. Beni asla bıraktıkları gibi sırt üstü bulamıyorlar yatakta...

Ertesi gün Kuşadası, otel... Deniz, havuz, kumsal, güneş, sınırsız mama ve yerli içki (anne sütü:)! O deniz dediğiniz şey ne güzel bir şey öyle... Hiç çıkmak istemedim. Genelde babamla girdik denize; ayaklarımdan başlayıp, alıştıra alıştıra soktu suya beni. Hiç üşümedim, hiç ağlamadım, hiç sıkılmadım. Suyun içinde annemle oynamayı daha çok sevdim. Ayaklarımı kurbağa gibi çırpmayı öğretti annem. Ben gayet ciddi bir iş yapıyorum havalarındaydım ama nedense annemle babam gülmekten öldüler bu halime.

Küçük bir şişme havuz aldılar bana. Önce onu koydular suya, içine de beni... Sevmedim. Ama evde, deniz ya da havuz olmadığında mecburiyetten kullanılabilir. Sonra bebekler için bir şişme simit aldılar. Onu zaten hiç sevmedim. Havuz başında unuttuk onu, kayboldu gitti. Denize mayoyla, havuza ise suya girmek için yapılmış bebek bezi ile girdim. Havuzda benden biraz büyük abiler, ablalar hiç rahat bırakmadılar beni. Hep benimle oynamak istediler ama yüzüme gözüme su sıçrattılar. Ben de avuçlarımla suya vurup şap şap oynadım ama ciddiyetimden hiç taviz vermeden.

Hazırım; deniz nerdeydi?

Uyku düzenimi genel olarak aksatmadım. Su insanı yoruyor; denizden çıkıp, gölge bir yerde hafif kestirmek gibisi yokmuş. Böylece annemle babama da dinlenme fırsatı verdim. Sayemde ikişer üçer kitap bitirdiler bir haftada. Akşamları, daha bizimkiler yemeklerini yerlerken uyuyup kaldım. Sıcak rahatsız etti geceleri. Sabah uyandığımda ter içinde kalıyordum ama bu da işin cilvesi... Otel odasında haliyle, bizimkilerle birlikte uyumak zorunda kaldım. Yani tabi ki benim bebek yatağım vardı ama aynı odadaydık işte. Babam horluyormuş, bu yaşımda bunu da öğrendim.

Otel bir garip otel. Deniz kenarında ama odaya çıkmak için üç asansör değiştirmek zorundaydık. O asansörler de garip... Gözüne far tutulmuş tavşan gibi açıyordum gözlerimi asansörde.

Kuşadası tatili bir hafta sürdü. Hazır Ada'da (Aydınlılar Kuşadası'na Ada derlermiş; gerçekten ada olsa içim yanmaz) iken ben daha çok çok küçükken görüştüğümüz, hayal meyal hatırladığım Mehmet Amcalar'ı, Türkan Teyzeler'i ve Güney Amcalar'ı da ziyaret ettik.

Ada'dan İzmir'e, amcamla Berçem Abla'nın (sana yenge demesem de Berçem Abla desem olur mu? Ya da sadece Berçem mi desem?) evine geçtik. Amcamla ve Berçem Abla'yla bir sorunum yok da, aman allahım, o ne sıcak öyle! Fenalıklar geçirdim. Ne uyku girdi gözüme, ne bir şey... Bir de beni içerideki odaya yatırıp, kendileri rakı masası kuracaklarmış; yok öyle iş... Masada babamın kucağında uyudum. Ya da bayıldım, tam hatırlayamıyorum. Amcam armağanlar verdi bana ama sanırım o arabayı aldığına pişman oldu. Arabaya da takılan kırkayak içinse ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir de Berçem'in aldığı desenli badileri, o günden beri üstümden çıkarmıyorum desem yeridir.

Ertesi gün Manisa-Turgutlu... Gece eğlence ve dedemle babaannemle buluşup, tekrar İzmir'e amcamın evine... Sabahına hep birlikte Çeşme..! Keşke yola çıkmadan evvel bizim arabanın lastiği patlamayaydı da daha erken gelebileydik Çeşme'ye. Yine deniz, yine kum, yine güneş... Fakat sağolsunlar, sürdükleri güneş kremi sayesinde şöyle istediğim gibi bronzlaşamadım. Pamuk geldim, pamuk döndüm. Alaçatı'yı da gezdik. Gelene geçene gülücük dağıtıp, ilgi topladım yine. Benim de işim gücüm bu; insanları mutlu etmek, güldürmek...

Sevgili Amcacığım,
fotoğraf çekeceğim diye gül cemalinden mahrum bırakmış bizi bu fotoğrafta...

Sonra geceyarısı Aydın'a döndük, amcamları İzmir'e bırakıp. Dedem ve babaannemle uzun uzun zaman geçirdim Aydın'da. Bu kadar reklamdan sonra beni kolay kolay bırakabileceklerini sanmıyorum artık. En kısa sürede bana bakmaya bize geleceklerine eminim.

Haftasonu, bu kez amcamla Berçem Abla Aydın'a geldiler. Muğla'ya babamın babaannesine gittik. İki küçük oğlakçıkla tanıştırdılar beni orda. Kardeş olduk onlarla ve ömrümün sonuna kadar da öyle kalacakmışız.

Tatil dediğin çabuk geçiyor. Dönüş yolu, tatsız, yavan... Ama iyi ki Denizli'de Barbaros Amca var. Seviyorum ben bu koca adamı. Koca adam ama bazen benden daha mı küçük oluyor ne... Yine bir ilki Barbaros Amca ile birlikteyken yaşadık: İlk dişim göründü! Alt ön dişlerimden bir tanesi ufak ufak yol yapmış kendisine, inci tanesi gibi uç verdi. Bir kaç gündür süren huysuzluğumu ona yordular. Şöyle söylemek istiyorum: Huysuz sizsiniz!


Planlarda olmamasına rağmen, dişimin şerefine gece Barbaros Amca'yla Çağla Abla'nın (evet "teyze" değil, "abla"... Değil mi Çağla Abla?) evinde kaldık. Ben bu "dişimin şerefine" kısmından bir şey anlamadım ama. Zira yine içerideki odada yatan ben, masada "şerefe" diyen onlar... Sabahın köründe kalkıp kahvaltı hazırlayarak bizi yolculayan Barbaros Amca'ya ve Çağla Abla'ya buradan mahsus selam ederim.

Sonra Eskişehir ve Bozüyük... Tatil biter; şimdilik!

*

Duyuyorum, duydum; şöyle şeyler konuşuluyormuş: Vay efendim bu yazıları ben yazmıyormuşum, vay efendim küçücük çocuk bilgisayardan, yazı yazmaktan ne anlarmış falan filan... Şu vesikayı sizlerle paylaşma gereği duyuyorum:


Bu meseleyi de çözüme kavuşturduk ya benden rahatı yok!