27 Aralık 2011 Salı

Doğum günüm kutlu oldu!



Siz yaşlanadurun, ben büyüyorum..

İki koca yılı doldurdum. Derdini kendince anlatabilen, insanlarla iletişim kurabilen, hatta zaman zaman şaka bile yapabilen bir adam oldum. Kişilik kazandım. Kazanmaya devam ediyorum. Farklılıklarım oluşmaya başladı. Tercihlerim var artık. Kendime özgü zevkler ediniyorum. Bunları çevremdekilere de gösterebiliyorum. Damak tadı denilen bir şey varmış; yemekleri tatlarına göre seçebiliyorum. Yeni oyunlar kuruyorum; bazen benim için kurulan oyunları bozuyorum. Sevdiğimi ve sevmediğimi gösterebiliyorum. Ve bu konuda çok açık sözlüyüm; kimsenin gözünün yaşına da bakmıyorum. Hâlâ çekingenim. İnsanları seviyorum ama uzaktan. Aslında sanırım kedileri insanlardan daha çok seviyorum. İnsanlara gitmeyi sevmiyorum ama kedi görünce dayanamıyor, kovalamaya başlıyorum. Kıyafetlerimi kendim seçiyorum. Çoraplarım konusunda takıntılıyım. İstemediğim pantolonu giydirebilirler bana zorla, ama istemediğim çorabı asla! İnsanlara isimleri ile hitap edebiliyorum: Gül Teyzeme "Gül" diyorum. Amca diyemiyorum bir türlü; onun da kolayını bulduk: "Emmi" diyorum, oluyor bitiyor. Hem de bayılıyorlar bu duruma. Hayatıma giren insanlar, daha kalıcı izler bırakıyorlar artık. Aklımda tutabiliyorum onlarla yaptıklarımızı. Dede, babanne, teyze, amca, yenge, kuzen... Çağla, Barbaros... Henüz tanışamadığımız Özgür Ege hatta... Hepsini tanıyorum, biliyorum. Dedeyle "bababe", "aidin"e gidiyorlar gidiyorlar örneğin "avaba"yla. Gül Teyze bana "avaba" aldı. Özgür Ege annesinin karnında. Daha bir sürü anı... Hayatta daha fazla iz bırakıyorum. Annemle babamın hayatına daha fazla damgamı vuruyorum her geçen gün. Müzik yapıyorum, oyun icat ediyorum, tiyatro oynuyorum. Her şeye itiraz diyorum. İstesem de itiraz ediyorum önce, neme lazım. Sevimlileşiyorum, gıcıklaşıyorum. Mutluyum sanırım. Mutluluk nedir, öğreniyorum.



İkinci doğumgünümü arkadaşlarımla kutladık. Deniz Diyar, Deniz Devrim, Dersu, Doruk, Çınar, Zeynep ve küçük Çınar... (İki Deniz, iki Çınar; isimlere kıran mı girdi?) Aydın'dan kalkıp geldi dedemle babannem. Pepee pastası kestik. Davul çaldık, türkü söyledik. Mutluluk nedir, öğreniyorum.

22 Kasım 2011 Salı

Deprem


"Çok uzaklarda senin gibi küçücük çocuklar üşüyorlar şimdi" dedi annemle babam. Deprem olmuş. Evleri yıkılmış. Kimi o evlerin altında kalmış, kimi kurtulsa da evsiz kalmış. "Onlar için bir şey yapmak ister misin?" diye sordular. Ege için ayırdığım en sevdiğim kıyafetlerimin bazılarını yollamak istedim onlara. İki yaşıma kadar beni ısıtan bu kıyafetler, şimdi başka çocukları ısıtsın istedim. Ben o kıyafetlerin içindeyken hep mutlu oldum; onlar da hep mutlu olsunlar, hep gülsünler benim gibi. Van'daki kardeşlerime sevgiler...

8 Eylül 2011 Perşembe

Beni Özlediniz mi?


Merhaba,

Geçen Aralık'tan, anneannemi uğurladığımızdan beri yazamadım. Elim varmadı; hayat benim açımdan büyük değişiklikler getirdi; bir ara blogger sayfalarına erişim engellendi; sonra da bir türlü fırsat olmadı. Ama işte buradayım tekrar, nihayet!

En büyük değişikliklerden başlamalı... Eskişehir'e taşındık. Zaten buraya en son girişi yazdığım günlerde ev arıyordu bizimkiler. Sonra süreç kesintiye uğrasa da, 1 Ocak 2011 itibariyle yeni evimize taşındık.

Bozüyük'ten Eskişehir'e gelmek demek, Bedriye Teyze'ye de veda etmek anlamına geliyordu benim için. İlk oyun arkadaşımı hâlâ özlediğimi söyleyebilirim. Taşındıktan sonra bir ay babaannem ve dedem bizimle kaldılar. Onlarla kesintisiz geçirdiğim en uzun süre oldu bu. Epey de anlaştık aslında. Annemle babamın tadına bakmama izin vermediği her şeyi babaannem sayesinde öğrendim. Bir ayın sonunda Süheyla Teyze girdi hayatıma. Beni kendi oğlu-torunu gibi seven yeni oyun arkadaşım. Birbirimize alışmamız zaman aldı. Aslında belki de alışma süresi daha dolmamış bile sayılabilir; bilmiyorum. Bildiğim tek şey, altı ayı geçkin bir süredir, onu kapıda gördüğüm her sabah, annemle babamın da telaşla kapıdan çıkıp gittikleridir. Süheyla Teyze'ye alışmamı zorlaştıran budur belki de...

Çok gezdim buraya yazamadığım zamanlarda. Aydın'a, Muğla'ya gittim. Assos'a gittim (Bizimkilere Assos dedin mi bavulları hazırlamaya başlıyorlar; aman dikkat). Bördübet'e, Datça'ya gittim. Başka çocuklarla oynayabileceğimi gösterdim tatilde. İzmir'e gittim. Amcamın bürosunda koltuğuna oturdum. Denizli'ye gittim; Barbaros Amca'yla Çağla Abla'yla oynadım. Çağla Abla'nın karnını dinledim (Hey! Ordaki küçük adam, tanışmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Seninkilerle benimkileri deli edecek bir sürü şey biliyorum, gel de yaramazlık yapalım). Sınırları aştım; üç ülke gezdim. Komik bir pasaport fotoğrafım var; fırsat bulunca paylaşırım. Hiç üzmedim bizimkileri yaban ellerde; beni daha fazla gezdirmeleri için hep cesaret verdim onlara.

Çok kişi de beni görmeye geldi. Hem de saymayacağım kadar çok... Ben şimdi burada isim verip de kimseyi...

Taşındığımız sitede de çok sayıda arkadaşla tanıştım. Her akşamüstü en az bir saat birlikte oynuyoruz. Gittiğimiz her yerde en az bir arkadaş buldum kendime. Sayemde bizimkiler de benim arkadaşlarımın aileleri ile mecburen sosyalleşmek zorunda kaldılar. Hepimiz eskisinden daha toplumsalız yani artık.

Kendi kendime yemek yemeyi öğrendim. Önüme tabak, çatal, kaşık koysanız yeter. Gerisini kendim halledebiliyorum. Türkçe'yi anlayacak ama konuşamayacak kadar öğrendim. Bazen esprileri ve kinayeleri dahi anlayabiliyorum sanırım. Ama işte konuşmaya gelince... Ba-ba, (n)an-ne ve benzeri bazı kelimeler... Beden diliyle, jestle-mimikle her şeyi anlatabiliyorum yine de. En azından gündelik işlerimi görecek kadar... Oyuncaklarla oynamayı öğrendim. Her dönem bir şeylere takıyorum; bu ara favorim oyun hamuru... Onlarca, belki yüzlerce sosyal, fiziksel, zihinsel beceri kazandım anlayacağınız.

Gül Teyzem önce öğretmen olup Denizli'ye gitti, sonra da nişanlandı. İlk kez düğün gördüm; çok eğlendim. Müzik, kalabalık, ışıklar, sürekli dans... Nil Teyzem, dolayısıyla kuzen Irmak, ise, Bitlis'e taşındı. Nuri Dede de onlarla gidince Eskişehir'de annem-babam ve ben kalakaldık bir anda. Yaz dönemi için Eskişehir'de toplansalar da, geçen hafta, bayramdan sonra herkes döndü yeni memleketine...

Babam doktor oldu. Ne anlama geldiğini bilmiyorum; zira hiç bir hastalığı iyi edebilmiş değil daha. Bir de askerlik lafları falan ediliyor evde. Anlamadığım işlerden biri daha...

Annem... Garibanam, çilekeş anam..! Şaka şaka, ben mutlu olduğum sürece mutlu, keyfi yerinde... Gün içerisinde işte ne yaşarsa yaşasın, akşam benimle oynamaya, bana kahkahalar attırmaya enerji buluyor.

Uzun bir ara, bu kadar kısa ancak bu kadar anlatılabiliyor. Beni özlemiş misiniz, gerçekten?

4 Ocak 2011 Salı

...

Bazı sözcükler var ki, ne anlamlarını tam olarak biliyorum ne de ağzıma yakışıyor. Ölüm örneğin... Birisini bir daha hiç görememek gibi bir anlamı olabilir mi acaba? Çok özlemek gibi ya da...

Ölümün ne olduğunu anlayamayacak kadar küçücükken ben, anneannem öldü. Bir cumartesi günü birlikte yemek yemiştik oysa. Evet her zamankinden daha yorgun, daha hasta görünüyordu ama daha bir sonraki cumartesi gelmeden bizi bırakıp gidecek gibi de değildi.

Korkarım büyüdükçe anneannemi hatırlayamayacağım. O yüzden bir kaç şeyi not etmeliyim buraya. Arzu ettiği kadar kucağına alamasa da beni, çok sevdiğini biliyordum. Çok uzun zamandır yolumu gözlediğini söylerdi hep. Zaten en çok beni ve kuzenim Irmak'ı bırakıp gitmesine şaşırıyorum. Yalnızca bizim için bile olsa daha fazla dayanabileceğini düşünürdüm hep. Hastalıklarının arasında bile komik birisi olduğunu da söylemeliyim. Olmadık yerlerde ilginç cümleler kurar herkesi güldürürdü. Ama bir taraftan her şeye de üzülür, her şeyi de kendine dert ederdi. Sanırım kendisine dert edindiklerinin çok azını paylaşırdı bizimle.

Ben onu daha çok gülen yüzüyle hatırlayabilmeyi umuyorum. Ha bir de, içten gelen "Kuzummmm" deyişiyle...

Yaklaşık bir yıl önce; ikimiz de mutluyuz