8 Eylül 2011 Perşembe

Beni Özlediniz mi?


Merhaba,

Geçen Aralık'tan, anneannemi uğurladığımızdan beri yazamadım. Elim varmadı; hayat benim açımdan büyük değişiklikler getirdi; bir ara blogger sayfalarına erişim engellendi; sonra da bir türlü fırsat olmadı. Ama işte buradayım tekrar, nihayet!

En büyük değişikliklerden başlamalı... Eskişehir'e taşındık. Zaten buraya en son girişi yazdığım günlerde ev arıyordu bizimkiler. Sonra süreç kesintiye uğrasa da, 1 Ocak 2011 itibariyle yeni evimize taşındık.

Bozüyük'ten Eskişehir'e gelmek demek, Bedriye Teyze'ye de veda etmek anlamına geliyordu benim için. İlk oyun arkadaşımı hâlâ özlediğimi söyleyebilirim. Taşındıktan sonra bir ay babaannem ve dedem bizimle kaldılar. Onlarla kesintisiz geçirdiğim en uzun süre oldu bu. Epey de anlaştık aslında. Annemle babamın tadına bakmama izin vermediği her şeyi babaannem sayesinde öğrendim. Bir ayın sonunda Süheyla Teyze girdi hayatıma. Beni kendi oğlu-torunu gibi seven yeni oyun arkadaşım. Birbirimize alışmamız zaman aldı. Aslında belki de alışma süresi daha dolmamış bile sayılabilir; bilmiyorum. Bildiğim tek şey, altı ayı geçkin bir süredir, onu kapıda gördüğüm her sabah, annemle babamın da telaşla kapıdan çıkıp gittikleridir. Süheyla Teyze'ye alışmamı zorlaştıran budur belki de...

Çok gezdim buraya yazamadığım zamanlarda. Aydın'a, Muğla'ya gittim. Assos'a gittim (Bizimkilere Assos dedin mi bavulları hazırlamaya başlıyorlar; aman dikkat). Bördübet'e, Datça'ya gittim. Başka çocuklarla oynayabileceğimi gösterdim tatilde. İzmir'e gittim. Amcamın bürosunda koltuğuna oturdum. Denizli'ye gittim; Barbaros Amca'yla Çağla Abla'yla oynadım. Çağla Abla'nın karnını dinledim (Hey! Ordaki küçük adam, tanışmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Seninkilerle benimkileri deli edecek bir sürü şey biliyorum, gel de yaramazlık yapalım). Sınırları aştım; üç ülke gezdim. Komik bir pasaport fotoğrafım var; fırsat bulunca paylaşırım. Hiç üzmedim bizimkileri yaban ellerde; beni daha fazla gezdirmeleri için hep cesaret verdim onlara.

Çok kişi de beni görmeye geldi. Hem de saymayacağım kadar çok... Ben şimdi burada isim verip de kimseyi...

Taşındığımız sitede de çok sayıda arkadaşla tanıştım. Her akşamüstü en az bir saat birlikte oynuyoruz. Gittiğimiz her yerde en az bir arkadaş buldum kendime. Sayemde bizimkiler de benim arkadaşlarımın aileleri ile mecburen sosyalleşmek zorunda kaldılar. Hepimiz eskisinden daha toplumsalız yani artık.

Kendi kendime yemek yemeyi öğrendim. Önüme tabak, çatal, kaşık koysanız yeter. Gerisini kendim halledebiliyorum. Türkçe'yi anlayacak ama konuşamayacak kadar öğrendim. Bazen esprileri ve kinayeleri dahi anlayabiliyorum sanırım. Ama işte konuşmaya gelince... Ba-ba, (n)an-ne ve benzeri bazı kelimeler... Beden diliyle, jestle-mimikle her şeyi anlatabiliyorum yine de. En azından gündelik işlerimi görecek kadar... Oyuncaklarla oynamayı öğrendim. Her dönem bir şeylere takıyorum; bu ara favorim oyun hamuru... Onlarca, belki yüzlerce sosyal, fiziksel, zihinsel beceri kazandım anlayacağınız.

Gül Teyzem önce öğretmen olup Denizli'ye gitti, sonra da nişanlandı. İlk kez düğün gördüm; çok eğlendim. Müzik, kalabalık, ışıklar, sürekli dans... Nil Teyzem, dolayısıyla kuzen Irmak, ise, Bitlis'e taşındı. Nuri Dede de onlarla gidince Eskişehir'de annem-babam ve ben kalakaldık bir anda. Yaz dönemi için Eskişehir'de toplansalar da, geçen hafta, bayramdan sonra herkes döndü yeni memleketine...

Babam doktor oldu. Ne anlama geldiğini bilmiyorum; zira hiç bir hastalığı iyi edebilmiş değil daha. Bir de askerlik lafları falan ediliyor evde. Anlamadığım işlerden biri daha...

Annem... Garibanam, çilekeş anam..! Şaka şaka, ben mutlu olduğum sürece mutlu, keyfi yerinde... Gün içerisinde işte ne yaşarsa yaşasın, akşam benimle oynamaya, bana kahkahalar attırmaya enerji buluyor.

Uzun bir ara, bu kadar kısa ancak bu kadar anlatılabiliyor. Beni özlemiş misiniz, gerçekten?