19 Şubat 2012 Pazar

Şimdi Okullu Olduk

Yazmaya yine uzun aralar vermeye başladım. Zira hayli yoğunum bu aralar. Aslında yalnızca bu aralar değil, artık hep yoğunum. Çünkü "şimdi okullu oldum, sınıfları doldurdum".

Öncelikle şu aklınızdan geçirdiğiniz soruya yanıt vereyim: "Hayır efendim, okula başlamak için çok küçük değilim!" İki yaşını doldurduğumun farkında değilsiniz sanırım. Ayrıca "okul" sözcüğünün sizde yarattığı olumsuz çağrışım, kendi okul deneyimlerinizin kişiliğinizde yarattığı travmayla ilişkili... Yani kendi travmanıza benim küçüklüğümü bahane etmeyin lütfen! Üstelik sizin kıstaslarınızla okul demeye bin şahidin gerekeceği bir kreşe ya da oyunevine gidiyorum aslında ben. Kaldı ki, benimle gün boyu oynamayacak, dil becerilerimi, sosyal yetilerimi geliştirmeme yardımcı olmayacak, bana kitap okumayacak, kartondan, hamurdan ve bilimum malzemeden kendi oyuncaklarımı yapmayı öğretmeyecek hatta benimle günde yarım saat bile olsa İngilizce konuşmayacaksanız, okula gidip gidemeyeceğim şeklinde fikrinizi kendinize saklayın derim. Adına sizin de anlayabilmeniz için okul dediğimiz yerde bunların hepsini yapıyorum çünkü.

Ancak bu durum evde geçirdiğim zamanı yarıya indirdi. Aslında her gün dışarı çıkmış oluyorum elbette ama yine de benim gibi evle barışık bir çocuk için ilk zamanlar zor geçti. Hem evdeki alıştığım günlük rutinden ayrılmak hem de benim için yabancı onlarca insanla aynı anda tanışmak zorunda kalmak bir gerginlik yarattı. Okula alışabilmem için babam bir hafta boyunca benimle birlikte okul mesaisi yapmak zorunda kaldı. Malum ben pek hareketliliğe yatkın bir çocuk değilim. Kreşteki o ses, o sürekli hareket hali beni ilk günlerde rahatsız etti. Yine de yılbaşı kutlaması sırasında, en üst düzeye çıkan bu karmaşaya ilişkin önyargılarım kırılıverdi. Öğretmenlerime, arkadaşlarıma alıştım. Evdeki kadar çok yemesem de, yemek konusunda da her gün daha fazla ilerleme kaydediyorum.

Okul konusundaki ilk çekingenliğimi Zeynep öğretmene alışarak attım aslında. Böylece okula, diğer öğretmenlerime ve arkadaşlarıma olan güvenim de arttı. Bir mekana ve yeni insanlara güvenmek demek, kendinize olan güveninizin de artması demek sanırım. Dolayısıyla okula alışmak, kendime güvenimin de artması, yani kimliğimin ve kişiliğimin de gelişmesi demek değil mi? Yeni insanlar tanıyıp, kendime güvenim de arttıkça onlarla arkadaş olmaya başlıyorum. Ege ve Bigem evde adlarını en çok andığım arkadaşlarım. Öğretmenlerim yavaş yavaş diğer çocuklarla ortak oyunlar kurmaya başladığımız yolunda bilgi veriyorlar bizimkilere.

Arkadaşlarım demişken; sınıfımdaki herkes 2009 doğumlu haliyle. Ancak Aralık ayı doğumlu olarak ben aralarında yine de en küçüğüm. Bu dezavntajı bir şirinlik avantajına çevirmeye çalışıyorum. Sanırım başarılı da oluyorum.

Şimdi yoğun geçen bir günlük programımı paylaşayım sizinle: Erken kalktığımı biliyorsunuz, hâlâ erken kalkmaya devam... Saat yediye gelemden ayaktayım. Hemen bizimkileri çağırıyorum ki, rehavete kapılmasınlar. İlk önce bir bardak süt -ki son zamanlarda buna bir tane de bisküvi ekledik- içiyorum. Bizimkilerin hazırlanmasını Pepee izleyerek bekliyorum. Onlar hazırlanınca beni de giydiriyorlar ve saat sekiz buçuğa gelmeden çıkıyoruz evden. Malum bugünlerde Eskişehir karlı, babam bizden önce inip arabayı karlardan temizleyip biraz da ısıtıyor. İlk önce annemi tramvay durağına bırakıp oradan sevgili okuluma -artık adını verelim ama değil mi-, Küçük Şeyler Anaokulu'na (bkz. http://kucukseylereskisehir.com/) geçiyoruz. Ben içeri girip ayakkabılarımı değiştirene kadar bekliyor babam. Babam gittikten kısa süre sonra kahvaltı faslı... Ardından da oyunlar, etkinlikler, kitaplar, hoplamalar, zıplamalar... Zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyorum. Saat on iki gibi öğlen yemeğine iniyoruz. Genelde çorba kısmına iştirak ediyorum ben yalnızca. Yemekten hemen sonra da babam gelip beni alıyor. Eve varmadan arabada uyuyorum bazen. Arabada uyumamışsam da gelir gelmez yatağa atıyorum kendimi. Yaklaşık üç saat uyuyorum. Uyandığımda saat dördü bulmuş oluyor. Evdeki program Süheyla Teyze ile geçiyor. Uyandıktan kısa süre sonra bir yemek faslı daha ve aralarda da bolca meyve, yoğurt gibi ara atıştırmalıklar... Sabahtan birbirimizi özlediğimiz için onunla da eskisinden daha fazla oyun oynuyoruz artık. Genelde boya yapma ve top oynuyoruz. Akşam babam eve geldiğinde ter içerisinde buluyor beni. Akşamki programda annemle babam sahne alıyor. Eğer daha yemek yiyebilecek bir boşluk kaldı ise midemde onlarla da bir posta oturuyorum sofraya. Sonra da artık hangisi daha az yorgunsa, alt alta üst üste kahkaha şamata geçiriyoruz akşamı. Yatmadan evvel bir bardak süt daha ve saat dokuz buçuk-on arası, sabah yeniden yediden evvel uyanmak üzere yataktayım.

İşte buraya yazmaya fırsat bulamadığım yoğun gündemim. Okula başladıktan sonra biraz fazla hasta olsam da (üst solunum yolu enfeksiyonları), keyfim yerinde... Bu hastalıkların da bir tür aşı olduğunu düşünüyor bizimkiler. Aşıyı iğneyle olmaktansa, böylesi de iyi tabi...

Benim durumum budur. Ha bu arada okuldan bir kaç foto paylaşıyorum aşağıda; bakın bakalım hiç keyfi yerinde değilmiş gibi bir halim var mı?






Hiç yorum yok: